13 Temmuz 2010 Salı

"ÖZGÜRADAM" TRİBÜNDE


Morgan Freeman ; baş tacı ettiğim ,el üstünde tuttuğum , diğerleri bir yana sen bir yana dediğim aktörlerden birisidir. Kendisine olan sevgim bu derecede iken , geçtiğimiz pazar dünya kupası finalini izlemek için emektar kanepeme uzanmış , gözümü televizyona dikmiştim ki; bir de ne göreyim Morgan baba eski açıkta oturmuş maçı izliyor. Önce yanlış mı gördüm acaba diye yattığım yerden bir doğruluyorum. Ama hayır, TRT’nin genel kültür sınavından pekiyi dereceyle geçmiş spikeri o adamın Morgan Freeman olduğunu söylüyor. Resmi makamdan da onay geldiğine göre gördüğümü sandığım şey oradaydı. Sonra spikerimiz hiç gereği yokken , aynı sınavdan yine yıldızlı pekiyi almış olan Ömer Üründül insanından , Morgan babanın çok klas bir oyuncu olduğunu tasdik etmesini istiyor. Ömer Üründül insanı da “çokkk” diyerek yine resmi ağızdan tasdik belgesini yapıştırıveriyor. O sırada sahada herhalde futbol adına anlatacak pek bir şey bulunamıyor ki , yine hiç gerek yokken bir de döktürdüğü filmlerden hatırlanmaya uğraşılıyor. Bir müddet sessizlikten sonra neyse ki imdada “Esaretin Bedeli” yetişiyor. Spiker abimiz bakıyor ki ortalık yeri pisletmiş , üzerine daha fazla tüy dikmenin bir anlamı yok deyip konuyu kapatıyor.Neyse Freeman’ın bir futbol tutkunu olduğunu bilmiyordum. Daha önce “İnvictus” filminde , adından başka futbolla benzerliği olmayan bir spor ile haşır neşir olmuştu ama bilemiyorum. Eğer yanlışlıkla karıştırıp gelmediyse , işte onu sevmemiz için bir sebep daha. Belki de Jack Nicholson dan kurtulup kendi “Bucket List”inin üst sıralarında yer alan "Madde5:Dünya Kupası finalini tribünden izle" hayalini gerçekleştiriyordur.

12 Temmuz 2010 Pazartesi

EVERYBODY LOVES “THE SHAWSHANK REDEMPTION”

The Shawshank Redemption
Yönetmen: Frank Darabont
Yapımcı: Niki Marvin
Senarist: Stephen King’in romanından Frank Darabont
Müzik: Thomas Newman
Oyuncular: Tim Robbins(Andy Dufresne) Morgan Freeman(Ellis Boyd 'Red' Redding) Bob Gunton(Warden Norton) Clancy Brown(Captain Hadley) William Sadler(Heywood) Gil Bellows(Tommy) James Whitmore(Brooks Hatlen)
Yapım Yılı Ülkesi: 1994 A.B.D
Süre: 142 dk.
Dil: İngilizce
Bütçe: $25.000.000

Şimdi arkanıza yaslanın ve sayacağım kıstaslara sahip bir film hayaledin. Öyle bir film olsun ki ; izleyicinin sosyal statüsü , eğitim düzeyi ne olursa olsun herkes tarafından baş tacı edilsin. Simitçi , kahveci , gazozcu , son ütücü , film eleştirmeni , İsviçreli bilim adamı , sanatçısı , edebiyatçısı mesleği ne olursa olsun , zenginini fakirini , zekisini aptalını , yakışıklısını hilkat garibesini aynı paydada toplayıp ortak beğenilerini kazanabilsin. Hatta en kıl eleştirmenle , en vasat sinema seyircisinin, sinema tarihinde ilk defa aynı fikirde olmasını sağlasın (Bu duruma ben bile çok kıllandım). Böyle bir film var mı? Var. Evet kuvvetli alkışlarınızla karşınızda “The Shawshank Redemption ” . Nam-ı diger Esaretin Bedeli. Zaten herkes biliyor ve izlemeyen yoktur herhalde. Eğer ben hiç duymadım , o da ne ki diyen birine rastlarsanız ; yanından hızla uzaklaşın ve bilin ki uzaylı olma ihtimali çok yüksektir.
Filmin konusuna kısaca değinecek olursak; karısını öldürmek suçundan müebbet hapis cezasını çekmek üzere Shawshank Hapishanesi`ne gönderilen Andy Dufresne, yeni ikametgahında hiç alışık olmadığı bir ortamda hayat mücadelesi vermeye başlar. Bu arada hapishanede tanıştığı Ellis Boyd Redding ile aralarında mükemmel bir dostluk gelişir. Zaman ilerledikçe Andy'nin tüm zorluklara karşı gösterdiği duruş hapishanedeki mahkumları bile etkilemeyi başarır. Andy’nin özgürlüğe olan tutkusu ve hiç kaybetmediği umudu, kendisine büyük kaçış için gerekli sabrı da verecektir.

Filmimizin senaryosu, Stephen King'in "Rita Hayworth and Shawshank Redemption" adlı kısa öyküsünden uyarlanmış. Kusursuza yakın bir kurguya ve şiirsel repliklere sahip. Repliklerin çoğu filmi defalarca izleyen fanatikleri tarafından ezberlenmiş durumda. Onu klasikleştiren ve baş yapıt mertebesine taşıyan en önemli öğelerden biride, tabi ki adeta bu roller için yaratıldıklarını düşündüğümüz Tim Robbins ve Morgan Freeman’ ın parmak ısırttıran performansları.

Gösterime girdiği yıl aslında tahmin edilenin aksine hak ettiği ilgiyi görememiştir. Hatta gişedeki hasılatı, bütçesinin altında kalarak yapımcısına zarar ettirmiştir. Aynı yıl akademi üyeleri 7 dalda Oscar adaylığı vererek filmi onurlandırdılar. Fakat o yıl Tom Hanks’in sürüklediği “Forrest Gump” ödülleri süpürür. The Shawshank Redemption ise sadece adaylıklarla yetinip evine eli boş döner.(Klasik Oscar kaybeden cümlesidir. Hep kullanmak istemiştim.)


Türkiye’de geniş kitleler tarafından seyredilip efsaneleşmesini sağlayan etkenlerden beklide en önemlisi Star Tv’nin filmi tek kelimeyle muhteşem dublajıyla sık sık yayınlamasıdır. Bu dublaj gerçektende karakterlerle özdeşleşmiştir. Star Tv dublajında Andy Dufresne seslendirmesi Yekta Kopan'a, Ellis Boyd Redding seslendirmesi Nur Subaşı'na aittir. Kendilerine saygılarımızı sunuyoruz.

Filmde belleklere yerleşen o kadar güzel anekdotlar vardır ki ; Andy’nin yaşamayı hayal ettiği pasifik kıyısındaki küçük Meksika kasabası Zihuatanejo ’yu filmi izleyen herkes mutlaka haritadan aramış veya google’da aratmıştır. Brooks Hatlen karakterinin, intiharından hemen önce, kaldığı odanın duvarına kazıdığı “Brooks was here” yazısı bir ara hatırlıyorum Türkiye’de vandalizm patlamasına sebep olmuştu.

Filmin daha henüz başında , seyirci kendisini Andy ile özdeşleştiriverir. Red’in Andy’yi ilk gördüğü andan itibaren, tüm film boyunca devam edecek olan ve bizi mest eden dış sesiyle onun hakkında yaptığı saptamalar Andy’yi daha çok tanımamıza ve onu sevmemize ön ayak olur.

Red’in dış sesi: Bazılarının ona neden züppe dediğini anlayabiliyordum. Sakin bir kişiliği vardı. Yürüyüşü ve konuşması burada pek alışılmış değildi. Gezinirdi. Dünyayı umursamayan bir adamın parkta yürümesi gibi. Sanki üzerinde onu koruyan görünmez bir ceket varmış gibi. Sanırım bunu söylemem gerek... Andy'yi başından beri sevmiştim.

İşlemediği bir suçtan ömür boyu hapis cezası alması ile başlayan kötü talih silsilesi hız kesmeden Shawshank’in kalın ve kasvetli duvarları arasında da kahramanımızın yakasını bırakmayacaktır. İçerideki hayatını zorlaştırmayı görev bilen bir sürü pislik vardır. Kendisini tanrı zanneden hapishane müdürümüz, rüşvetçi ve işkenceci lanet gardiyanlar , birde bunlar yetmiyormuş gibi nefes alan her şeyi becermeye çalışan “kız kardeşler”(Andy’de nefes alıyordu) . Kahramanımız defalarca tecavüze uğrar. Suçsuzluğunu ispat etme şansı, kendisini kirli işlerinde kullanan hapishane müdürü tarafından ortadan kaldırılır. Seyirci artık film boyunca midesinin tam ortasına yumruk yemekten kroki duruma gelir. Fakat Andy herşeye rağmen umudunu hiç kaybetmez. Onca haksızlığın ve pisliğin arasında, tıpkı Red’in söylediği gibi 500 metrelik bok çukurunda sürünüp dışarıya tertemiz bir adam olarak çıkacaktı.

Andy insan olduğunu unutmamak için hayatını dahi tehlikeye atacaktır. Hapishane çatısının tamiri sırasında ki yaptığı aptalca hareket bile Red’in dediği gibi sadece kendini özgür ve normal bir insan gibi hissedebilmek içindi.

Yine hapishane bahçesindeki mahkumlara müzik dinlettiği sahne de unutulmazdır. Müziğin sesini duyan mahkumlar yerlerinden bile kıpırdayamazlar­. Çok uzun zamandır hiçbiri müzik sesi duymamıştır. Bu dinleti mahkumların kısa bir süre için bile olsa kendilerini özgür hissetmesini sağlayacaktır.
Andy ;Shawshank’in, bir insanın hayatta sahip olabileceği en değerli şeyden yani umuttan yoksun misafirleri arasında adeta bir yıldız gibi parlar. Esaret sadece dört duvar arasında değildir. Esaret ve mahkumiyet umudun bittiği yerde beyinde başlar. Brooks , serbest bırakılıp dışarı çıktığında işte tam da bu yüzden özgürlüğüne kavuşamayacaktır. Çünkü o artık kurumsallaşmıştır.
Aslında Red de kendisinin, Brooks gibi kurumsallaştığını düşünmektedir. Özgürlüğü için her on yılda bir yaptığı görüşmeler artık onda bıkkınlık ve çaresizlikten başka bir şey hissettirmemektedir. Red'in içinde bulunduğu durum, Andy ile aralarında geçen diyalogda ne kadar da güzel özetlenmiş.

Andy: Dünyada taştan olmayan ve kimsenin senden alamayacağı şeyler var. İçinden alamayacakları ve dokunamayacakları şeyler.
Red: Ne hakkında
Andy: Umut
Red: Sana bir şey söyleyeyim dostum. Umut tehlikelidir. Umut bir insanı deli edebilir. İçerde bu iyi değildir. Bu fikre alışsan iyi olur.
Andy: Brooks gibi mi?

Seyirciye yaşatılan hüzün artık yeterlidir. Red’in sonu Brooks gibi olmamalıdır. Andy Red’e yazdığı mektupta; daha önce aralarında umut hakkında geçen konuşmaya atıfta bulunarak şöyle diyecektir: “Unutma Red umut iyi bir şeydir. Belki de en iyi şeydir. İyi bir şey de asla ölmez.”

İki dostun , pasifik kıyısında ki buluşmaları , seyirciye manevi orgazmı yaşatır. Artık esaretle geçen yılları unutup yeni bir başlangıç yapmanın vaktidir. Bunun için en doğru yer seçilmiştir. Çünkü “pasifiğin hafızası yoktur”.

Ve film “Allen Green anısına” yazısıyla final yapar.

Bu arada filmle ilgili birkaç küçük bilgiyi de paylaşmak isterim. Final sahnesinde adı geçen Allen Green ; Frank Darabont’un menajeridir ve film tamamlanmadan önce hayatını aidsten kaybetmiştir.

Hapishane müdürü Norton , kendisi için yolun sonuna geldiği gün , Andy’nin elinden düşürmediği incili açar. İncilin içerisi taş keskisi şeklinde oyulmuştur. Daha önce Andy’ye, kurtuluşun incilin içinde olduğunu söylerken ; herhalde bunu düşünmemişti. Aynı zamanda müdür incili açtığında ; sol sayfada Exodus bölümünü görürüz ki bu da oldukça manidar bir göndermedir.
Exodus(Çıkış) : İncilde Hz. Musa’nın kavmini Firavundan kaçırarak güvenli topraklara götürmesini konu eden bölümdür.

Ayrıca hoş bir ayrıntı da ; Red karakterinin orijinal hikayede İrlandalı ve doğal olarak beyaz bir adam olmasıdır. Fakat Frank Darabont bu rolü Morgan Freeman ’a vermiştir. Filmde de hoş bir espriyle bu durumla dalga geçilir.

Andy: Red. Neden sana böyle diyorlar.
Red: Belki İrlandalı olduğum içindir.

Andy’nin kaçtığı günün sabahı , oda arkadaşlarından biri 20. yüzyılın zeka ve bilgelik sembollerinden Albert Einstein , müdür Norton ve gardiyanlara dilini çıkarmış nasılda dalga geçiyor.